Skip to content

Ölü Kuşlar Görüyorum: “Desenler ve Nesneler”

Ölü Kuşlar Görüyorum: “Desenler ve Nesneler”

“Ölü Kuşlar Görüyorum, Desenler ve Nesneler”, Ali Kanal’ın mahallede düzenlenen bir günlük sergisi, Darağaç’ın ise ilk solo projesiydi. Sergi, 1 Nisan 2017 Cumartesi günü, mahallenin günlük telaşında, olmadık yerlerde ve bir anda izleyicinin karşısına çıktı.

“Genellikle üretimlerimi mahallede yaptığım yürüyüşlerde bulduğum nesneler şekillendiriyor. Yine öyle bir yürüyüş günü, kaldırımın kenarında ters şekilde yatar halde çıktı karşıma. Canlı renkleri vardı, yakından bakmak için yaklaştığımda gözlerini gördüm. Bana gülümsediğini hissettim. Ters duran ölü bir kuştu ama ona bakınca içim huzurla doldu: ‘Ölü bir şeye bakıyorum ve mutlu hissediyorum. Bende bir gariplik mi var?’

Hafta boyu ölü kuşlar karşıma çıkmaya devam etti. Hepsinin hayatı aynı şekilde sonlanmıştı: sırtları yerde, ayakları havada, kanatları kapalı… Algımın bir seçmecesi olduğunu düşündüğüm bu duruma, bir sabah uyandığımda penceremin önünde gördüğüm o ölü kuştan sonra, artık mantıklı bir yorumum kalmamıştı. 

Bu defa gördüğüm her kuşun desenini çizmeye başladım. Gözlerim ne görüyorsa sadece görsel olarak yorumlayıp algılamaya çalıştım. Bir süre sonra desenleri çizdiğim kalemler yerini doğal malzemelere; desenlerim ise yerini asıl üretim pratiğime, buluntu nesnelerden yaptığım asamblaj çalışmalara bıraktı. Karşıma çıkan minik ayak parçalarını ve tüyleri tüm bu olayı anlamlandırması için bir araya getirdim: ölüm, defnetmek, cenaze ritüelleri… 

Sergi böyle doğdu. Yaşadığım bu deneyimi üretimlerim üzerinden aktarmak istedim. Tuğçe’nin evinin terasından görülen bazı binaların cephelerine desenler astım. Üzerine kahve koyduğu sehpasını, sergide bir defin ritüelini anlatmak için kullandım. Yan sokaktaki atölyeye kuşların parçalarından yaptığım enstalasyonu yerleştirdim. İsmet Özel’in “Kuşun Ölümü” şiirindeki her kelimeye karşılık internette rastgele karşıma çıkmış görsellerden bir video hazırladım, onu da başka bir atölyede otuz yedi ekran, tüplü bir televizyonda oynattım.

Olabildiğince gündelik yaşamın içinde olmalıydı: bir yorgan sandığında ya da buzdolabının içinde aniden karşınıza çıkan ölü bir kuş.  

Bu rahatsız edici duygunun üzerine gittiğim yolculuğun sonunda, sergi bitiminde, yine ilk kuşun gözüne baktığımdaki huzuru hissediyordum. O kuş da, daha sonra gördüklerim gibi, anatomik özelliği dolayısıyla sırt üstü yatarken ayaklarını havaya dikmişti. Yaşama tutunmuş ve ölüme direnmişti. Toprağa giriyormuş gibi değil de sanki yeni çıkıyormuş gibi, yeni bir doğum gibi gelmişti. Dingin görünüyor ama canlı hissettiyordu. Bitmiş görünüyor ama bana tazeliği çağrıştırıyordu.”

İlgili